15 Temmuz 2013 Pazartesi

Herşey Acele



"Herşey acele". Birileri çeviri aldığım prodüksiyon şirketindekilerin iş verirken en çok kullandığı bu iki kelimelik, düzeni özetleyen cümleyi kurmuş bugün. Katılmaktan kendimi alamadım.
Pazartesi aldığın iş Çarşamba sabahına teslim edilir. Çarşamba alınan Cumaya. Tek sayıdan diğer teke atlaya atlaya gidin işte. Ve geç kalamadığınızı düşünün. En az 5 mail alıp üç dört kez de arandığınızı düşünün işi tamamen halledene kadar. Öyle bir acele.
Sabır. Sabra geliyorum buradan. Her bir sıkıntıdan sonra görülen "artık olsun ya!" hali.
Mezun olmak ve işe girmek gibi. Sanki okulun hemen ardından işe girmek mümkün oluyor.
Seçeneklerim: tercüme ya da öğretmenlik yapmak. Bitirdiğim bölümden ancak bu kadar. Oysa tercüme işini gerçekten sevmiyorum. Yapmamın tek nedeni ekonomik bağımsızlığın öneminin fazlasıyla farkında olmam. Şu evde binbir masraf varken ve bunu omuzlanan tek kişi annemken mümkün olduğunca ona kalan yükümü hafifletmek istemem.
Bir şey istediğim zaman annemden o anki maddi durumu bilmeden istemek değil de, birikim yapıp, kendi gelirimle alabileceğimi bilme hissinin gerekliliğine olan inancım. Dışarı çıkacağım zaman bir harcama yapacak olsam cüzdanımın boş olmayacağını bilip, kendimi güvende hissetme ihtiyacım. Bu aslında tek derdim. Ama ne öğretmen olur benden, ki denemedim değil, ne de gönüllü bir tercüman.
Derken yine döndük bugün "herşey acele" olan o mekandan iş almak üzere.

Mezun olmak ve işe girmek diyorduk. Bazen aslında lisans bitirir bitirmez bir yüksek lisansla devam etme isteğiniz yoksa ve öncesinde biraz çalışacaksanız, tanıdık tanımadık, okuyan, mezun, hiç okumamış herkes "e ne oldu, işe girdin mi, ne yapacaksın, iş var mı" diye tamamen aynı kapıya çıkan sorular getiriyor karşıma. Sırf bu baskı üstünden "kısmet" algısıyla hareket edemeyip bir zaman sonra kaderle inatlaşma haline giriyorum. "Tamam sen düzenli bir iş istiyorsun, elinden geleni yaptın da, sağlam torpilin olmadan o kadar kolay mı?" diye düşünmek lazımmış en başında. Ve öyle ki en güvendiğin makamdaki insanlar bile hiçbir şey yapamayacak hale gelebiliyormuş çoğu zaman.
Efendim, geçti bir buçuk ay ben o kepi atıp da havalardan geri alamayalı. Bir iş görüşmesine bile girmedim. Yok şunu yaparım, yok bunu derken, aslında biraz oturmak, yıllardır bölümüm beni soğutmuşken kaçtığım kitaplara tekrar sarılmak, Ramazan'ı rahat çıkarmak, sonra kalkıp Antalya'ya gitmek ve bir an önce dönmek zorunda olduğumu hissetmeden iki hafta kalmak, ne bileyim tekrar spor salonuna devam etmek, arada arkadaşlarla görüşmek, ilgilendiğim bir şeyin sertifika programına yazılmak ve bütün bu esnada hiçbir iş yapmamak istiyorum müsait oldukça alacağım altyazı çevirilerim dışında. Ama hani onca soran var ya, ben bile kendime bir baskı kurdum "e Bengisu, ne zaman işe giriyorsun? Ne zaman maaşlı düzene geçeceksin? Şu çok istediğin Miu Miu ya da Prada gözlükler senin olacak mı?" diye.
O gözlüklerden biri benim olacak inşallah. Ama düzenli bir işe ihtiyacım olmadan, yine gecemi gündüzüme katarak yapacağım çevirilerden kazandıklarımla. Dışarı da çıkacağım bütçeme güvenerek. Sinemaya da gideceğim mesela. Ama şu anda bana sorulan iş algım bu. Herşeyi yapabilirken yaptığım iş. İstediğim saatte kalkıp yaptığım, istersem sabah ezanıyla yattığım iş. Bir ayda ne kadar iş yaparsam sonunda o kadar kazandığım, emeğinin karşılığını almaktan başkasını yapmadığın bir iş.

Yok tabi şimdi kedi-ciğer ilişkisi olmasın, düzenli işte hepimizin gönlü var. Ama olmuyorsa ve yine de kendini geçindirecek şeyler bulabiliyorsan, yap. Durma. Paranı biriktir o makinayı da al, git sonra istersen çat diye peşin parasını ver, Prada'nı, Miu Miu'nu da al. Ama hiçbir şey yapmadan oturmaya çok gönüllü olma.
Bunun dışında hiçbir şey için acele etme ama, bizim işi yapıyorsan herşeyde acele et. Et ki başının etini yemesinler "ne olmuş bu işte böyle, bu neden yetişmedi" diye.

İçini ferah tut sen de, yeni mezun kardeşim.
Sevgiler sana.