24 Mart 2013 Pazar

Bir Sempozyumun Ardından...

İlk defa bir yazdığım da isim vererek hitap edeceğim üyeleri bulunan bir ekibe gitsin.

Bu yılın en güzel, güzel çünkü yorucu, yorulduk çünkü güzel, günlerinden biri dün oldu. Bir sürü fotoğraf ve kısa cümlelerle anlatılacak ufak anılarla, 23 Mart 2013 (bakın sayılar bile uyumlu) muhtemelen hepimizin aklında kalacak.

Tabi ki herkesin aklında kalanlar farklı. Bir de benim açımdan görün kendinizi!

Bütün gün oturdum ama muhtemelen 2 yıldan fazladır faal olan Gençlik Meclisinin Twitter hesabında koskoca 2 yılda toplam 900 kadar tweet atılmışken, sadece dün sempozyumda olanları birebir iletmek için yaklaşık 100 tweet atıldı. RT leri sayacak halim yok da, tabir-i caizse "yardırdım" gençler.

Ben bilgisayar başında tweet atmakla meşgulken...

Erarslan bir ara kaybolunca aldığım yalan yanlış bilgilere göre gözüyle ilgili bir problem üstüne gitti diye kendisine katkıları için teşekkür etmem üstüne "amma kirli bilgi gelmiş yaa" dediğinde "ben de diyorum ya, ölen olsa bilirdik" deyişim,

Sayın saygıdeğer respectful Mailmail'in gelmeyen moderatör üzerine kırk yıllık moderatör gibi en süre ve konuşmacı sıkıntısı olan oturumu yönetişi,


İki dili birden bilmesi üzerine bize Watsap'tan "arkadaşlar bu tercüman iyi tercüme edemiyor yaa" dediğinde "hadi git o zaman sen geç yerine" önerisi üstüne "yok ama ayıp olur" diyen Subuh,

Bana KİNG unvanı verip ciddi ciddi takacak taç bulup, akşam yemek için otobüse doluştuğumuzda "yaa inanmıyorum yaa tacı okulda unuttum" diyen Dindarol, (ben mutlu olayım diye asılsız iddialarda bulunmuş olma ihtimali her zaman mevcut)


Herkesin kendisini uyumamak için zor tuttuğu evrelerde kendini zor tutmamayı tercih eden İKibar, (artık böyle anılacak)


 İkinci oturumdan en karizmatik tercüman-konuşmacı pozu,


En akıcı ve bilgilendirici oturumdan eksiksiz konuşmacı kadrosu,


Raportörlüğünün bir kısmını yanımda yapan ve bu yüzden en olmadık yerde konuşmam üzerine "bak senin yüzünden ne dediğini kaçırdım" gibi bir SUÇLAMAda bulunan Altınbaş,

Erasmus'a gitmeden önce veda etmek için uğrayan ve yoldayken bize "hey ben gidiyorum" temalı bu eseriyle Watsap'tan ulaşan Nalçacı,


Bütün bu etkinliğe önderlik eden ama elimdeki onca fotoğraf içinde adam gibi fotoğrafını bulamadığım Sn. Duman, 

Talebim üzerine dünyanın en kısa süreli sosyal medya asistanlığını yapan Kapçak, (sadece birkaç dakika sürdü)

Bu organizasyonda bile başkanlığını konuşturmuş olan Sn.Baran,


Yeri geldiğinde çılgın manevralarda bulunan nur yüzlü şoför amcamız,
(Umarım bu fotoğraf için hareket halindeyken poz vermemiştir)


Sempozyum sona erdiğinde "programımız sona ermiştir..." gibi bir kapanış tweeti atma derdindeyken "heey, heey, sempozyum bitti bittiiiii" deyip elini havada "sen daha naaabıyon" anlamında döndüre döndüre sallayan Böhürler,

Komisyona gelir gelmez arkadaş bellediğim Özyurt ile oturabilme şerefine nail olduğum, muhtemelen akşamın en hoş masası,
(tabi hepiniz hoştunuz da, biz daha mı iyiydik, ne?)


Görevli toplantısında "neden bu okulu tercih ettin?" sorum üzerine "okulun sitesinde "Neden Şehir?" bölümüne gir, oradaki videoda bunu anlattım, onu izle" diyen ve CİDDİ CİDDİ bana karşımda hal-i hazırda bulunmasına rağmen bir özet bile geçmeyen Amri,


Watsap'taki muhabbetin yüzde yaklaşık otuzunu onca insanın içinde tek başına yürüten, ayrıca sempozyumda gördüğüm bütün topuklu ayakkabı giyen hatun arkadaşlarımıza inat, gayet de yüksek bir topukluyla, spor ayakkabı giymiş kadar normal yürüyen, sunuculuk işini de kıvıran Sn. Matur,

Son olarak da bunları yazmak için olduğu gibi dün bütün gün tweet atarken HİÇ HABERİM YOKKEN sayesinde şu fotoğrafı edindiğim Sn.Kaplan...


...aklımın köşesinde öylece bir yer etti.

İyi ki üşenmeyip görevli ekibe dahil olmuşum dedim buradaki herkes ve adına görsel paylaşamadığım, kamera arkasındaki insanlar sayesinde.
Size teşekkür etmek benim işim olmazdı eğer böyle bir gün geçirmeme vesile olmasaydınız.

Ya ben iyi ki gelmişim ya buraya!

Alın size hep beraber olduğumuz bir kareyle veda edeyim.
Sanki görmeyenleriniz varmış gibi.


Hepiniz tekrar tekrar sağolun, var olun.

11 Mart 2013 Pazartesi

One Direction: Backstreet Boys'dan Ne Farkı Var?



Geçtiğimiz hafta pazar günü, tam olarak 3 Mart gecesi, Yetenek Sizsiniz'i izlerken Cash adında şimdiye kadar o programa çıkan en tatlı köpeği görmeme vesile olan bölümde, köpeğin sahibi gösterinin bir kısmına önceden hiç duymadığım ama duyar duymaz çok eğlenceli geldiğinden bir iki sözünü yakalamaya çalıştığım bir şarkıyı eklemişti.

"Let me kiss you" gibi dört kelimeyi yakalamam üstüne "ben bunu önceden duymadıysam ve bu böyle hareketli bir şarkıysa, gençlerin söylediği de aşikarsa kesin One Direction falandır" diye düşünerek Google'da şarkının sözlerini yazar yazmaz yanılmadığımı fark ettim.
Böylece "bilinçli olarak" ilk kez One Direction dinleme eyleminde bulundum.
Klibi de varmış ya şarkının!


Şarkıyı dinler dinlemez dedim bir de albümü indireyim. Eğer böyle bir şarkı yapmışlarsa muhtemelen albümleri de genel olarak bu havadadır ve bu da benim dinleyeceğime garanti.

Albümü indirdim. Açıkçası 8 gündür arada Fun bile dinlemek istemeyecek kadar beğendim -ki ne alakaları var, değil mi? Bilenlere sesleniyorum!-. Hatta albümde şarkılar genel olarak çok kısa ama sayıları da bir o kadar fazla olunca her bir şarkıya ayrı gün ayırmak gerekiyor gibi bir hava veriyor. En azından benim gibi sevdiği bir şarkıyı bazen 3 gün bile sabahtan akşama kadar araya bir şey koymadan dinleyebilen biri için 17 şarkı çok fazla.

Albümü kenarda açtım, bir yandan bütün şarkılar çaldı, bir yandan alakasız işlerle meşgul oldum. Ama bir iki şarkı hariç hiçbiri aklımda kalmadı arada çalıp bittiğinde albüm.
Şu an 8 gündür gayet yoğun şekilde bu albümü dinlediğime göre artık genel bir değerlendirme yapmaya hazırım!

Albümde en sevdiğim şarkı şu diyemem, çünkü çok sevip durmadan dinlediğim birkaç şarkı var. Hatta 5-6 bile olabilir.
Genel olarak Eurovision'da söylense ilk 5'e girecek tarzda o çok klasik pop ritimlerini hissettiren şarkılar var. Hele şu şarkı TAM BİR Eurovision şarkısı!


Albümde de itina ile atladığım ender şarkılardan biri.

Sonra bir de o eski "Boy Band" kavramını hatırlatan ve hatta özleten bir şarkı da var ki, bu albümde en sevdiğim şarkılardan biri kendisi. Hatta tek şarkı seçecek olsam bunu seçebilirdim.


Durmadan dinlediklerimden bana disko havasını veren bir şarkı olduğundan C'mon C'mon da var, ki en sevdiklerimden olsa da, albümün zaten 4 dakikayı bulan tek bir şarkısı bile yokken, bu en kısası.


Bugünün şarkısında "seni eller aldı da önce ben sevmiş idim" demişler. En çok da bunu dinlemiş oldum bugün.
Zaten bu sebeple adı "bugünün şarkısı" oldu.


Dünün şarkısı "Nothing Compares" olmuştu ki bugün de arada dinlediklerimden oldu kendisi. Şarkıları tek başlarına açıp baştan baştan dinlemeyi yıllardır pek severim.

Buna da en çok "Noone ever looked so good in a dress and it hurts cause I know you won't be mine toniiighhtt" kısmından takıldım. Aklımda hemen bir video klip canlanıyor o sözler üstüne.

Ve albümde yine fazlasıyla takıntılı şekilde dinlediğim şarkılardan biri "Rock Me".


Bakın, şarkılar o kadar kısa ki bütün bunları arka arkaya dinlemeye bile kalksanız o kadar şarkı yarım saat etmiyor!

Peki ben aylardır "aaaa One Direction da One Direction, yeter be ya!" dedikten sonra bir şarkıyla böyle dinledim, ne oldu?
Kendi kendime düşündüm...

Bunları yazıyorum çünkü ilk albümlerini bilemem ama "Take Me Home" adlı bu ikinci albüm, en azından pop müzik severler tarafından dışlanması gereken bir albüm değil. Çünkü dinlediğiniz bir sürü diğer şarkıcının yaptıklarından hiçbir farkı yok.
Sizleri irrite eden konu, ve benim de şimdiye kadar önyargılı olmama sebep olan en büyük şey, bu gençlerin aslında tiplerinden sebep hiç tanımadıkları insanlara aşık olduklarını zanneden obsesif hayranlarının sosyal medyayı tamamen grubun adı üzerinden ele geçirmiş olmaları.
Aslında Facebook'ta bile bize bulaşamadıkları ve TT listesi gibi bir şeyle karşımıza çıkamadıklarını düşünürsek bütün derdimiz Twitter'daki TT listesinin ya Bieber ya da bu gençlerin adıyla dolu olması.

Yoksa bir bakın, şimdi bu gençlerin, yıllar önceki şu gençlerden ne kadar farkı var?


Tek farkları gelişen teknoloji ile daha alacalı bulacalı yapılan klipleri. Bir de tabi zamana göre giyim ve saç şekilleri. Yoksa yaşlar bile aynı. Ha dönmüşsün '99 yılında Backstreet Boys'u dinleyip, ona özel bir hayran takımı ismi çıkarmış, onun posterine sarılıp ağlamışsın, ha şimdiye gelip "Directioner" olmuşsun, bu gençlere ağlamışsın.

Tabi bir de One Direction dinleyen herkesin "Directioner" adıyla anılması var. Yok aslında böyle bir şey. Nasıl ki her dertlendiğinde Mahsun İzzet İbo Alişan Özcan dinleyen onlardan herhangi birinin ölümüne fanatik hayranı olmuyorsa, One Direction'ı da her kafasına estiğinde dinleyen, bu çocuklar için ölmeye hazır beklemiyor. Aslında tek rahatsızlığımız sosyal medyada fikir belirtme yaşının olmamasıyla ortaya çıkan beyan kirliliği. Yoksa "memlekette konuşacak önemli şey mi kalmadı?" sorusuna biz o TT'lerde One Direction olmadığında da gayet gereksiz başlıklarla cevap veriyoruz. "Evet, kalmadı" diyerek.

Tabi siz yine de siz olun da yakın zamana Bieber gibi bunlar da ülkemize gelirse kalkıp 2750 liralık VIP biletleri tüketen, beyin varlığından şüphe duyuracak insanlar olmayın. Çünkü bunlar da insan. Sadece şarkı söylüyorlar ve siz dinliyorsunuz, o kadar.

Ha bir de şimdi siz bu yazıyı okumanıza rağmen o şarkıları dinlememişsinizdir, bunu dinlemezseniz bittiniz! Alın size sırf "illa dinleteceğim!" diye ikinci kez paylaşayım!


Kalın sağlıcakla ve önyargısız bir kafayla, arkadaşlar ve de saygı değer okurlar!

6 Mart 2013 Çarşamba

Cesaret İçin Yanlış Zamanlama

Yıllardır en rahatsız olduğum şeylerden biri, aynı zemine ayak bastığım kişilerden herhangi birinin ya da faha fazlasının ayağını yere vurup durmasıyla zemindeki tıkırtının bana kadar ulaşmasıdır.
Çok mu uzun oldu? Şöyle diyelim.

Aynı platformda 5 kişi oturuyorsunuz. Oturuyorsunuz, herkesin ayağı yere basıyor. Sonra birden birileri alışkanlıktan, eğlendirdiğinden ya da can sıkıntısından ayağını düzenli olarak yere vurmaya başlıyor. Ve siz aynı zemine sabit bir şekilde koyduğunuz ayağınızla yerden gelen o baskı dalgasından -o da ne demekse, ama siz anladınız- etkileniyorsunuz. Bir iki üç dört beş, durmuyor da durmuyor.

Hadi tamam, o durmuyor, saçma bir şey yaptığı da kesin, çünkü gerekli değil yani, o ayağı yere vurup durmasa da yaşar, ama siz de rahatsız olduğunu söyleyemeyen, onun yerine karşı tarafın insanları rahatsız ettiğini düşünüp, durabileceğini sanan bir saftiriksiniz.
Yani bu durumda saftiriğim desem daha doğru olabilir.

Tanıdığım insanlara karşı çok açık sözlüyümdür, hatta rahatsız edebilecek derecede. "AAA YAPMASANA ARTIK ŞUNU!" diyebilirim, ama tanımadığım insanın sadece durmasını beklerim. Sanki benim hiç de çaktırmadığım rahatsızlığımı çözüp durabilirmiş gibi.

İşte efendim, bu akşam Bakırköy'den dönmek için binmişken 79B'ye, daha otobüs de ilk duraktan yolcu alırken, yanıma genç bir bayancağız oturdu. Kendisi "bayancağız" çünkü benim abuk tepkimle karşı karşıya kalan "insancağız" aynı zamanda.

Olay şöyle gelişti.

Genç bayancağız yanıma oturduktan kısa bir süre sonra sağ ayağını kaldırıp indirerek hafif bir tempoda yere vurmaya başladı. Çok yüksek sesle müzik dinliyordum ve bir iki gündür One Direction'ın albümünü dinliyorum diye (hiç de ergen şeyleri dinlediğimi söylemekten gocunmam) bu bayancağız da kulaklığımdan gelen sese ayak uyduruyor diye düşündüm. Tam anlamıyla ayak uyduruyor çünkü zaten sese ayağını uyduruyor olmalıydı.

Hani çok zekiyim ya, belki durur diye müziği dışardan duyulamayacak şekilde kıstım. Kendisi de bir şey dinlemiyordu. Döndüm ayağına bir yan bakış attım. Biraz yavaşlar gibi oldu ama durmadı. Bakmaya devam ettim ve hiçbir şey değişmedi. Sonunda kafamı kaldırıp "ŞU AYAĞINIZI SALLAMASANIZ OLUR MU ACABA?" dedim. 

Zincirleri kırdım, tabuları yıktım, korkularımı aştım, enginlere sığmadım, taştım, ama YANLIŞ ALARM!

Bayancağız demez mi "benim sağlık problemim var, ayak alıştırmaları yapmam gerekiyor rahat yürüyebilmem için"?
Yine vicdan azabı duyan Bengisu'yu sahneye aldık bu laf üstüne.

Be hey Bengisu, şu saçma hareketi gerekli gereksiz yerlerde ve zamanlarda yapan, yılları devirdiğin arkadaşlarına bile bazen "YA BİR DURUR MUSUN ARTIK?" diyeme de, genç ve sağlık sorunu olan bir bayancağıza ne karışırsın? Nedir senin amacın yani ne istiyorsun, ne oynuyorsun insancağızların sağlığıyla?

Genç bayancağız devam etti.
"Ben de dedim otobüs kalabalıklaşırsa biri yanlış anlamasın diye dururum ama yanına oturacağım kişinin böyle bir şeyden şikayet edeceğini hiç düşünmemiştim".
Allahtan gayet eğlenceli ve güleryüzlü bir insancağız çıktı bu kişi de ikimiz de bu duruma bayağı güldük.
"Ben de normalde rahatsız olunca tanımadığım insanlara bir şey demem ama bugün artık cesaretimi toplayayım demiştim" dedim, "bana denk geldi yani" dedi o da.
İkimiz de hala gülüyoruz fazlasıyla. Durum komikten çok, trajikomik.
Sen kalk yıllarca insanlara rahatsız edici hareketleri için şikayetçi olma, ilk kez olmaya kalktığında da en olmayacak insana laf et.
"Şu an vicdan azabı duydum yalnız, sağlık problemi olabileceğini hiç düşünmedim. Siz devam edin, vurun vurun ayağınızı, sorun değil.
Ehem, peki siz nerde iniyordunuz?" dedim bir de. Mesaj gayet bariz.
"Vıdı vıdı'da", ben de "hadi ya, ben sizden sonra iniyorum" deyince daha bir güldük duruma.
"Yok yok devam etmem şart değil, dururum" dedi bayan. Ben de "yok, cidden sorun değil" dedim.
Sonra da önümde duran Biscolata paketini göstererek "bisküvi alır mısınız?" dedim. Durum daha da komik oldu. "Şimdi bu teselli etmek için mi?" dedi haklı olarak. "Yok aslında onun için değil, yanınızda oturup gözünüzün önünde tek başıma yemem hoş olmaz" dedim, teşekkür etti ve almadı. Ben de yanımda Bonibon da olduğunu söyledim ve "ben bir Bonibon'a kanmam" dedi. Cidden dedi bunu yani. Okuyanlar gülsün diye söylemiyorum.

Ama ben kandırmak istememiştim ki. Ayağını yere vurmasa bile öyle iki laf ettiğim birine bir Biscolata ya da Bonibon verebilirdim yanımda da oturmuşken.

Hayat bir garip arkadaşcağızlar. Şimdi siz de bu eki kaptınız çünkü siz de benim bu hırçınlık olarak adlandırılabilecek hareketimi öğrenmiş oldunuz. Bir de zevkinden değil de sağlığı için bir şey yapan birine karışmış biriyim sonuçta. İstediğiniz kadar kızın. Ya da siz de ben ve o genç bayancağız kadar gülün. Çünkü biz gerçekten çok güldük aslında.

Komik değil de, trajikomik olan bu duruma.

Bir nevi şunlar kadar hatta.