31 Aralık 2012 Pazartesi

Sayılarda Bir Değişim Desek De...

2012'den 2013'e geçişimizin sayılarda bir değişim olduğunu düşünsek de noel ve yılbaşı kutlamayan kesim olarak, eminim bir çoğumuzun bir sürü umutları ve hayalleri oluyor yeni yıllara dair. Düşünsenize, koskoca 12 aylık zaman dilimi, nasıl olmasın ki?

Bu yıl artık okuldan da "kurtulacak" olmamla beraber gerçekten istediklerimi yapacağım ve yaptığım her şeyden, verdiğim her karardan daha bir sorumlu olacağım gerçeği ile, çok şükür yıl başından beri kendimi iyice keşfetmemle, çok çok heyecanlıyım yeni yılda yapabileceklerimi düşündüğümde. Evet belki yılın ilk yarısının 4-5 aylık bir kısmında yine okul olacak ama sadece dört ders bıraktığım için bu döneme, muhtemelen en fazla 3 gün gideceğim haftada okula. Hatta derslerin programlandırılması benden yana olursa iki bile olabilir!

Bu yıl, mezun olana kadar bir sürü film/dizi/belgesel altyazısı çevirmek,

Artık sağlıklı, düzenli ve dengeli beslenip, düzenli sporu da hayatıma yerleştirebilmek,

1 Haziran'da kepimi atabilmek -çünkü mezuniyet töreni tarihimiz yıl öncesinden belirlenmiş-,


Mezun olmadan önce gelinler tanımaya başlamak, onları süslemek, hikayelerini paylaşmak,


Mezun olduktan sonra da bu işi çok sık ve düzenli yapabilmek,

3 dediğimde ilk gelen Maroon 5,


İkinci gelen Jennifer Lopez olmuşken,




Artık en çok beklediğim üçüncü konseri de canlı canlı görüp, OneRepublic'e canlı canlı eşlik edebilmek,


En az iki farklı ülke görmek,


7 yıllık en yakın arkadaşlarımdan birinin mutluluğuna heyecanını paylaşarak şahit olmak,

Belki de bir yerlerde gerçekten sevebilmeyi tekrar hissetmek ve karşılığı yok diye ağlamak yerine, bunu hak edecek biriyle paylaşmak,

Gönüllü olmak, gönülden yardım etmek, gönülle hareket etmek,

Ve hayırlısı olacak daha ne kadar şey varsa, hepsini tecrübe edebilmek istiyorum.

Bu yazım bu yılın planı olsun, dua yerine de geçsin, okuyan herkes dileklerimin gerçek olmasını dilesin ve dileyenler de ne kadar harika dilekleri varsa bu yıl gerçekleştirsinler istiyorum.

Ve tabi ki O'nun razı olacağı, O'nun seveceği, O'nu sevdiren, O'nu anlatabilen ve O'nun emirlerince yaşanabilecek en güzel hayatı yaşamak istiyorum.

Sayı değişimi de olsa 2013, hepimize hayırlı, başarılı, sağlıklı, bol gülücüklü, mutluluklu bir yıl olur inşallah!

28 Aralık 2012 Cuma

Senin Gibisi Bir Daha Gelir Mi 2012?

Hani böylesi güzel bir yılın bittiğine üzülmüyorum belki ama,
bu soru da öyle aklımda, "bir 2012 daha yaşama ihtimalim nedir ki?"...

Sanırım bu yıl için hiç planım yoktu. Zaten geçen seneki Boğaziçi takıntım aklımın başıma gelmesiyle uçup gidince, tek derdim okulu bitirmek olmuştu. Sonra birden makyaj sanatçılığına derin bir heves duymaya başladım, ve bu yıl benim için en güzel anılar, takip ettiğim, bu işin ustaları ve çok önemli yerlerde çalışanlarıyla tanışmakla geldi.

Bu yıl Lisa Eldridge'in bu harika blogunu hatmettim resmen. Benim, bu hayatta yapabileceğim, kendimce en güzel mesleği görmemi sağladı. Gerçekten neyi istediğimi iyice fark etmemi.

Yılın büyük bir kısmında, ilerde tanışmayı çok istediğim bir sürü insanla tanışmaya ve en sevdiğim alan olan güzellik alanında makyajları için çalışmaya ortam hazırlayacak, "celebrity make up artist"liğin hayalini çok kurdum.
Kimlerin makyözlerine ulaşmadım ki bunun için?
Ben de sayamadım. Ya da dur, sayayım.
Emma Stone, Blake Lively, Jessica Chastain, Amy Adams, Kate Winslet, Kristen Stewart...
Derken yaz ortasında bir zamanlar Angelina Jolie ve Cate Blanchett ile bile çalışmış, hayatım boyunca tanıştığım en tatlı adam ya da en azından adamlardan biri olan Fred Letailleur geldi Istanbul'a haziran ayı başlarında. Ben de gittim, tanıştım. Pek de güzel anlaştık. Bu da ölümüne kankayız pozumuz oldu.


Londra'da bir güzellik kursuna gitme planlarımı şekillendirmeye başlamışken, bir yandan da diğer blogumu ilerletmek için elimden geleni yapıyordum. Derken bir gün kuzenim, ilerde ayıla bayıla yapmaya gönüllü olduğum bu işim için tüm zamanların ilk modeli oldu benim için. Belki bir şaheser çıkarmadım ortaya ama, ilk olmak, başkasına devredebileceği bir şey değil.

Bu da bir saatlik çalışmam sonucu -evet, inanılmaz yoruyor ve uzun sürüyor- öncesi, sonrası oldu, katıldığı bir düğün için.

Sonra Ramazan ayı geldi. Ramazan'la beraber ilk belgesel altyazı çevirim geldi. İlk işimle arkası geldi.
Oldum mu sana altyazı çevirmeni?
Sana mı oldum bilemem ama, öyle altyazı çevirmeni oldum birden. Pek de güzel oldu.
Çok geçmedi, Jennifer Lopez'in Türkiye'ye geleceği haberi verildi. Bende bir gerilim, bir heyecan. 13 yıllık hayalim gerçekleşecek, konserine gideceğim diye. Ama koydum kafaya, hiç de yolu yok gibiydi ama, "tanışacağım da o gün!" dedim. Tanıştım da. Harika bir mucizeler serisi ile.

Böyle bir fotoğraf çekmemiz gerekti tanışmaya seçilmek üzere. Bol bol da güldüm bu fotoğraf işiyle uğraşırken tabi. Belli oluyor sanırım karelerden birinde ama.


Sonra tabi ki, pek de şaşırmayacağınız üzere, onunla tanışmak üzere seçildim. Hemen ardından da kulisin kapısında, tanışmayı onunla tanışmaktan bile çok istediğim makyözü, Mary Phillips ile tanıştım. Bir de onunla güzel ötesi iki fotoğraf edindim.


Sonra o kulis, tanışma heyecanıyla 2 yıllık kıymetli ötesi pelerinimi kaybettim. Ama ona değinmeden geçip gidelim.

Geçtiğimiz hafta bir de oradaki profesyonel fotoğrafçıların çektiği fotoğraflara kavuştum.
Bir tatlı çıkmışız ki Jennifer'cığımla...


Sonra Mary Phillips ve Jennifer Lopez ile tanışınca, aslında ilerde ne yapmak istediğimi ve kesinlikle yurtdışında ünlülere makyaj sanatçılığı yapmak istemediğimi ve burada çalışıp daha çok mutlu olacağımı gördüm. En önemlisi de, ünlülerin de sadece ünlü olduğunu. O ergen düşüncelerden arındığımı.

Sonra tabi bu yıl iyi bir kozmetik blogger ı olunca bir sürü de makyaj malzemesiyle haşır neşir olduk. Bu yılın kraliçesi MAC Solar Ray oldu.


Yılın en harika doğumgünü hediyeleri yine yılın en harika kuzeninden geldi.
Bengisu da onlara ancak link verdi.

Gençlik meclisine girdim. Dış ilişkiler komisyonuna. Ve şu an "iyi ki de yapmışım!" diyorum. Umarım zamanla fikrim değişmez, ilk kez bir yere gideceğim günün gelmesini tüm hafta bekliyorum!

Haberi yok ama onu önce çok uzakta, sonra daha yakında, şimdi ise ikimiz birden gelebildiysek birer gün de olsa görüyorum. Harika bir duygu ne olursa olsun.

Bunları yazdığım gün itibariyle son yılımın ilk döneminin dersleri bitti. Mezuniyete kaldı 5.

Önümüzdeki yıl için büyük planlarım var. Bir yerlere not düşüp seneye de "bu yıl için planım yoktu" demesem iyi olacak.

Sanırım pek kısa oldu ama umarım sizler de harika bir yıl geçirmişsinizdir.
En az bu kadar güzellerini daha bol bol görmek dileğiyle...

15 Kasım 2012 Perşembe

14 Kasım'da 13 Yıllık Bir Hayali Gerçekleştirmek

Bir gün bunları yazacağımı biliyordum ama burada anlatacaklarım kadar güzelini ben bile hayal etmemiştim.
Dün, 8 yaşından beri en çok istediğim ve hayalini kurduğum tek şey sonunda gerçekleşti.
Jennifer Lopez ile tanıştım.

Aslında bunun uzun bir serüveni var. Konserden 80 gün önce geri sayım yapmak için açtığım Twitter ve Tumblr hesabında amacım Jennifer ile Türkiye konserinde tanışmaktı. Ama bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyordum. Çok zor da olsa 11 milyon takipçisi arasından belki benim yazdıklarımı da bir gün görür ve bu mümkün olur dedim. Ve çok acayip bir süreç başladı.

Jennifer Lopez, "Dance Again" Dünya Turunda Paris'teki konserlerine kadar hiçbir ülkede Meet and Greet, kuliste tanışma etkinliği yapmadı. Fakat Paris'ten başlayarak konser biletiyle fotoğrafını Twitter'dan onunla paylaşan hayranları arasından birilerini seçti ve onlara konserden sonra onunla tanışma fırsatı verdi.

16 ve 17 Kasım'daki konserlerin biletleri tükendiği için onlara yetişemedim. Çok da iyi oldu denebilir aslında, çünkü daha yakın bir yerde gitme imkanım oldu Jennifer 4 güne 3 konser tarihi alınca.

Dün Ataköy Atletizm Arena'da Tweet2Meet adlı tanışma etkinliği için deli gibi tweet atmaya çalışırken bir yandan da iyice gerilmiştim. Fakat konsere 20 dakika kala kazanan 2 kişi açıklandı ve onlardan biri de ben oldum.
O anda mutluluktan anında ağladığımı tahmin edebilirsiniz. Sonra hemen kendime geldiğimi de.

Etkinliği düzenlemekle sorumlu olan kişi bana konser boyunca tam olarak nerede olduğumu sordu, ve telefonumun şarjı bitti. Ortak arkadaşımız olan bir arkadaşı yakınımda görünce ve onun da Jennifer ile tanışmayı çok istediğini öğrenince ikinci kişi olarak benle tanışmaya gelmesi için onu seçtim ve bu sefer de onun telefonunun pili ölmek üzereyken ve biz iyice gerilmişken konser bitti. Bir adam önümüzde dolanıyordu bizi bulmak için ve biz bağıra bağıra dikkat çekmeye çalışırken sonunda kazananlardan birinin ben olduğuma inandı ve bizi kulise gelmek üzere korumaların olduğu bir kapıdan geçirdi.
İçerde bana Twitter üzerinden ulaşan Mark Young kazanan olduğuma emin olmak için Twitter'daki mesajları göstermemizi istedi, zaten onunla beraber de arkadaşımın telefonunun şarjı bitti. Ama sonunda tanışmak için hakkımızı alarak kulise tam olarak girmiş ve Jennifer'ı beklemeye başlamıştık.

Benim gibi Twitter'dan tanışma hakkı kazanan diğer arkadaşımızın telefon şarjı gayet iyi durumda olunca hemen hepimiz kuliste olduğumuza hala inanamayarak burada birer fotoğraf edindik :)


Aslında uzun bir süre Jennifer'ı bekledik orada. Makyajı temizlenip tekrar yapılmıştı, kıyafetini de değiştirmişti. Ve gelmesine yakın onunla tanışacağımız odaya alındık. 
Tweet2Meet etkinliğinden önce biz Jennifer'la bir fotoğraf edinmek üzere yanına geçmek için hazırlanırken o bütün ihtişamıyla odaya girip "Mary, nerdesin?" diye makyözüne seslendi. "Sen Mary ile tanışmak istedin, değil mi?" diye sordu bana gülümseyerek. "Evet" dedim ben de aynı şekilde güleryüzle. "O da burada, seninle tanışmak için geldi" dedi Jennifer.

Sonra JenniferLopez.com 'da yayınlanacak şekilde orada fotoğrafçılar fotoğraflarımızı çektiler. Ben yolda mucizevi bir şekilde bir bileklik almıştım ona.
Annemden bana verdiği dövizi bozdurmak için bir büro bulamayınca girdiğim gümüşçüde para beklerken gördüğüm nazar boncuklu bileklikler "ona da bir tane almalıyım, seçilirsem hediye ederim" diye düşündürdü bana. Ve elimdeki para ucu ucuna yetmesine rağmen bu bilekliği çok da beğenerek ve tercihimden hiç şüphe duymayarak aldım. 



Nazar boncuğu onu kötü gözden korusun, kalp ise adını "aşk" olarak koyduğu yolculuğunu temsil etsin diye bunu seçtim. Daha iyisi olamazdı bence.

Fotoğraflarımız çekilince bunu çıkardım ve "Buraya gelirken size bir bileklik aldım." dedim. "Çok teşekkür ederim" dedi o da gülümseyip bilekliğe bakarak. "Bunu seçtim çünkü buradaki nazar boncuğunun kültürümüzde kötü gözden koruduğuna inanılır, sizi korusun, bu kalp de adını "aşk" koyduğunuz yolculuğunuzu temsil ediyor diye düşündüm" dedim. "İnanmıyorum, ne kadar güzel! Bunu hemen takmak istiyorum, birileri bana yardım edebilir mi?" dedi ve hemen bilekliği taktı. "Bunu çok sevdim, çok teşekkür ederim" dedi ve sımsıkı sarıldı.
"Aslında burada olmak benim için gerçekten inanılmaz. Bundan 13 yıl önce, daha 8 yaşındayken ilk defa ismini bile bilmezken televizyonda görür görmez beni kendine kilitleyen bir kadın vardı. Ve ben 13 yıl boyunca ona olan hayranlığımdan hiç vazgeçmedim. Başka herşeyden vazgeçtim belki ama hep bir gün onunla tanışacağıma inandım. Çok teşekkür ederim beni seçtiğiniz için" dedim. Ben bunları söylerken odada 15-20 kişi de ikimizi dinliyordu. Jennifer da gözlerimin içine bakarak dinledi beni. Bana bir daha sarıldı, bu sefer çok uzun bir süre, sarılırken de "bana inandığın için sana çok teşekkür ederim" dedi. O kadar garip bir andı ki nasıl hissedeceğimi bilemedim. Sonra diğer arkadaşıma döndüğünde gözünden gelen yaşları silip "bak, beni ağlatacaksınız" dedi.
Onunla da konuşmaları bitince tekrar sarıldık ve "5 yıl içinde makyajınızı yapmak için geldiğimde ya da en azından Mary'ye asistanlık yaptığımda görüşmek üzere" dediğimde odadaki herkes güldü Jennifer da dahil, "oo, bak onu Mary'ye söyle, iyi bir asistana ihtiyacı vardı!" dedi. Sonra da hemen kapıda bizi bekleyen makyözü Mary Philips ile tanışmak üzere odadan çıktım.

Bu fotoğraf da ne yazık ki elimizdeki tek fotoğraf. Çok daha iyisinin ilk fırsatta Jennifer Lopez'in kendi sitesine konulmasını bekliyoruz. Çünkü orada fotoğrafçılar çekiyorlar siteye yüklemek üzere.


Dün Twitter'dan bu etkinlik için hak kazanan diğer arkadaşlarımız da böyle inanılmaz güzel bir fotoğraf edinmişler, onu da biz kendimizinki için sitenin yüklemesini bekleyecek de olsak dün Jennifer'ın güzelliğini görmeniz için izinleriyle ekliyorum. :)
Fotoğrafa tıklayarak daha büyük görebilirsiniz.


Mary Philips ile tanışmak benim için inanılmazdı. O sadece Jennifer Lopez'in makyözü değil, şu an onunla dünya turnesinde ama Christina Aguilera, Gwen Stefani, Salma Hayek ve Kim Kardashian onun çalıştığını bildiğim isimlerden sadece birkaçı. Hatta Christina'nın "Your Body" klibindeki makyaj onun eseri.
Benim en büyük hayalim ilerde bir makyöz olmak, ve yurtdışında çalışıp bu kadar önemli insanlarla bir arada olmak. Mary Phillips de en az Jennifer kadar samimi biriydi. Ona mektup yazmıştım kısa da olsa. Onu verdim. Bundan sonra Twitter'dan konuşuruz diye sözleştik. Ve bana bir keresinde dediği "eğer inanırsan, herşeyi yapabilirsin" sözünü ona hatırlatarak, "eğer bir gün sizin şu anda olduğunuz yere gelip, bu kadar önemli insanlarla çalışabilirsem, kesinlikle en büyük nedeninin siz olduğunuzu söyleyeceğim. Çünkü siz bana "yapabilirsin" dediniz, ve ben kendime inandım." dedim. O da çok güzel bir şekilde gülümsedi bana.
Sonra çıkmadan onunla da fotoğraf edindim. Çok çok güzel biri Mary.
Bayağı bir konuştuktan sonra Jennifer'ın yanına tekrar girmesi gerektiğinde odadan çıkınca "Jennifer bilekliğini çok beğendiğini söylüyor hala" dedi gülümseyerek.

Konserin benim için en inanılmaz anı Jennifer'la tanışmaktan çok, o "Until it Beats no More"u söylerken ve sahnede dolanırken benim önümde durup eşlik ettiğimi görünce şarkıyı gözlerimin içine bakarak söylemesi ve ben de onunla söylediğim için mikrofonu bana doğru tutar gibi döndürüp "sen devam et" işareti yapıp gülümseyerek söylemeye devam etmesiydi. Konserden günler sonra tam da karşımda durmuş, şarkıyı bana bakarak söylerken çekilmiş fotoğrafını buldum o akşam kulise beraber girdiğim arkadaşımın arkadaşı sayesinde. Onlar biraz daha uzakta duruyorlardı çünkü ve benim o an o karşımdayken hiçbir şey görmedi gözlerim.


 İşte o an herşeyden daha inanılmazdı. Çünkü o arenada binlerce kişi varken seni buluyor, saniyeler de olsa onu seninle paylaşıyor. Ve o kadar derin bakıyor ki kalbini bile görebileceğine inanıyorsun.
Zaten sonra tekrar sahnede dolanmaya devam edince bayağı bir ağlamış ve öyle bir anın bir kez yaşanabileceğine inanarak konserin benim için bittiğini düşünmüştüm :)
En güzeli de kuliste konuşurken "o şarkıyı söylerken beni gördünüz, hatırlıyor musunuz?" dediğimde "tabi ki hatırlıyorum, onu seninle söyledik" demesiydi.

Dün herşeyiyle inanılmaz bir gündü. Umarım 16 ve 17 Kasımdaki konserlerde de Jennifer'la tanışmayı bu kadar çok isteyen diğer hayranları bu fırsatı edinirler. İnanın o ne fotoğrafları, ne klipleri, ne televizyonda ne de sinemada gördüğünüz o güzel kadın değil. Ondan bile daha inanılmaz ve daha gerçek dışı.

11 Kasım 2012 Pazar

Justin Bieber'ı Anlama Kılavuzu

Geçtiğimiz haftalarda hem önyargımı yıkarak, hem de "ya hakkaten, bu ÇOCUK nasıl meşhur oldu ya?" sorusunun detaylı cevabını merak ederek, geçen yıl vizyona giren belgesel formatındaki "Never Say Never" filmini izledim.


Bieber sever ve nefret ederlerin bilebileceği üzere bu Justin Bieber'ın meşhur olma hikayesini anlatıyor. İlgisiz kalanların bütün bu yazıyı okumadan hemen şu anda sağ üst köşedeki "x" işaretine basmaları yeterli olacaktır.

Filmi kalitesi bakımından eleştirecek değilim. Zira MTV programlarının biraz daha özenli hazırlanmış hali diyebiliriz. Ama size bir Justin Bieber'ı anlama kılavuzu hazırlayayım dedim. Ya da en azından biraz önyargıları yıkma amacı güdüyorum şu an bunları yazarak.

Ben başarı hikayelerine hasta bir insanım. Cidden çok seviyorum insanların mucizevi olaylarla hayal ettiklerini hatta belki de edemeyeceklerini başardıklarını görmeyi. Onların mutluluk gözyaşlarına katkıda bulunuyorum falan. Böyle saçma bir yönüm var.

Justin Bieber aslında müziğe doğuştan yetenekli biriymiş. Eline geçen müzik aletlerini takada tukada döverken bile bakın ortaya ne gibi bir ufaklık çıkarmış.

Ben de böyle bir yeteneğe sahip olaydım, şu çocuğu yermeye devam ederdim kendimi haklı görerek.
Ehhe öhhö.


Ya da mesela klavyeyi böyle çalabilseydim eğer...


Hiç olmadı gitarımın tellerini şöyle bir dövebilseydim hiçbirini "diiiyynng" diye yerinden attırmadan...


Pekala, hiçbirini yapamadığıma göre "artık bu çocuğa laf etmem!" demeye başlamıştım.

Filmin ilerleyen kısımlarında aslında filmi üzerine oturttukları performans derlemesinin pek meşhur konser mekanı Madison Square Garden'da yapıldığını öğreniyoruz. Peki bu mekan neden mi meşhurmuş? O da şöyle...
Bu mekan aslında bizim TT Arena'nın 2.5'ta biri (evet, bir yandan da araştırma yapıyorum Google+Wikipedia'dan, emeğimi küçük görmeyin!). Tam 20.000 kişilik bir arena ve Michael Jackson ile Madonna gibi müzik devlerinden birkaçının biletlerinin tamamını sattıkları konserlere ev sahipliği yapmasıyla meşhur. 
Bu mekanda Taylor Swift 2009'da verdiği konser biletlerinin TAMAMINI 59 SANİYEDE SATINCA o zamana kadar o mekanda konser verip biletleri tamamen tükenen en genç sanatçı olmuş. Fakat ertesi yıl bu rekoru 22 SANİYEDE 20.000 KONSER BİLETİ satılan Justin ihya etmiş.
Tabi şimdi diyeceksiniz ki "o kadar genç kız olunca normal". Ama olsun, satmış mı? Satmış arkadaşım.

Tabi bu kadar şeyin arasında "Justin'in neden bir ergen olduğunu düşünüyoruz?" sorusuna da alın benden bir cevap.O kadar yeteneğe ve popülariteye rağmen bu sahneleri affetmeyeceğim. 
Ve Snoop Dogg'un görüşüne katılıyorum. "Get yourself some pig tails with accesories, man!". Hahah.


Filmi izlerken konserden birkaç performansı da görebildiğimiz için aklıma en çok takılan ve sonraki günlerde tekrar tekrar dinlemeye yöneldiğim "Never Say Never", özellikle sözleri benim şu an hayata bakış açımla da biraz arkadaş olduğundan geç de olsa sevdiğim bir şarkı oldu. Ayrıca Will Smith'in oğulceğizi Jaden'ı Justin'in yanında görmek "minnaklar kardeş kardeş şarkı söylüyorlar" dedirtse de şarkıya olan sevgim değişmedi efendim.
DİNLEYİN!

Biz ondan nefret ededuralım, o son albümüyle imajını değiştirsin, Nicki Minaj ile bende saplantı haline gelen şıuşarkıyı yapsın. Ben de yine 3-4 gün durmadan bunu dinleyeyim mesela. (Ki, yapmadığım şey değil.)


Videoda şarkı harici eklentiler olmasa daha bir beğenirdiniz tabi de böyle ancak bu etkiyi yapıyor.

Çocukcağız geçtiğimiz hafta bu yılki Victoria's Secret defilesinde performans sergileyen 3 şarkıcıdan biri de olduğuna göre, ya çatlamaya devam ederiz, ya da bu çocuğu böyle kabulleniriz. Bu kılavuzdan da bu kadar.


P.S:Evet, ben de fark ettim, bu çocuğun bütün uyuzluğu saçında. Büyüsün elbet onu da halledecek. 

3 Kasım 2012 Cumartesi

Güneşin Doğuşuyla Batışı Arasında...


Geçtiğimiz hafta yıllardır izledim, izleyeceğim dediğim filmlerden Before Sunrise'ı izleme şansı edindim.
Aman Allahım. O ne film!

Son zamanlarda kolay kolay Facebook'tan sayfasını aramaya bile zaman harcayacak kadar beğenemiyordum izlediklerimi. Hele bir filmi sayısız kez bölüp izleme eylemini her seferinde yaptığıma değinmeyeyim bile...

Filmi anlatmak istemiyorum. Ama eminim benim gibi romantik dram severler film biter bitmez Before Sunset peşinde koşacaklar. Hatta işi gücü bırakıp onu izleyecekler Before Sunrise biter bitmez. Bırakamadıklarında ise yaptıkları işten hayır gelmeyecek akılları hep "6 ay sonra ne oldu acaba?" sorusunda olacağı için.

Spoiler vermiş olacağım sanırım ama hala "YA ARKADAŞIM SİZ APTAL MISINIZ? NEDEN BİRBİRİNİZE NUMARANIZI VERMEDİNİZ?" diye düşünmeden edemiyorum. Hayatında ilk kez bir öğle vakti tanıştığın adamla ertesi sabaha kadar beraber olmayı tercih etmişsen, vedalaşırken numara alışverişi de yaparsın, değil mi? Hadi sene 1995 diye Facebook, Twitter, hatta mail adresi bile diyemeyeceğim ama...

Neyse. Arada geçen zamanda kaybettiklerinizle Celine'i ağlatırken, beni de ağlattınız. Sağolun var olun.

Bir de Julie, sendeki ses bende olaydı ya...


30 Haziran 2012 Cumartesi

Görmek İstemesek De Bazen...




Evet, istemesek de bazen. Bazen, görmek istemediklerimizi görmek zorunda kalıyoruz.

Bir düşündüm geçenlerde, bir şey bazen elimizde olmamasına rağmen sırf gidişatı beğenmediğimiz için çaba sarf etmekle harcıyoruz ömrümüzü. Bekleyemediğimiz için, sonucu bilmediğimiz, tevekkül edemediğimiz için. Hemen o an olması, sabrın zorluğunu yaşatmaması için. 

"Şimdi olsun!" diyoruz, "yarın değil". Ne var oysa? "Şimdi" dediğimiz ana kadar kaç yarın geçmiş haberimiz olmadan? 

Bilmiyoruz bazen bizim için hayırlı olacak olanı. Sonrasını ve hatta gidişini bile göremeyeceğimiz şeyler için ısrarlı bir istek içerisine giriyoruz. Bizi sevmeyen adamla evlenme hayalleri kuruyoruz, yapmaktan nefret edeceğimiz işleri alma hayalleri kuruyoruz, içinde bir gün huzur bulmayacağımız evde oturma hayalleri kuruyoruz, bir gün okula zevkle gitmemize neden olmayacak bölümlerde okuma hayalleri kuruyoruz. İstiyoruz ve istiyoruz. "Hayırlısı" demeden. Demeyi bilmeden.

O'nun kurduğu düzeni ve bize getireceklerini bekleyemiyoruz bazen. Ve kendimizi, değiştirmek istediğimiz boş şeyler uğruna üzüyoruz. Geriyoruz. 
Psikologlara bile gidiyoruz bazen. Onlar bir şeyleri değiştirebilecekmiş gibi. Ya da bizim değiştirmemize yardım edebileceklermiş gibi.

Oysa o durumda kaldığımız zaman, "ne yapabilirim?" demek yerine, "gerçekten bir şey yapmalı mıyım?" diyebilmeliyiz. Çünkü herşey elimizde değil. Elimizde olan kısmı için çaba sarf edip, geri kalanını O'nun takdirine bırakmayı bilmeliyiz.
Bu yüzden, birilerinin peşinde koşmak yerine, onu bekleyebilmeliyiz, çok beğendiğimiz o elbiseyi almak için varımızı yoğumuzu satacak noktaya gelmek yerine, başka bir şekilde de ona kavuşabileceğimizi hatırlayıp, önemli olanın onun bize yazılıp yazılmadığını düşünmemiz olmasını hatırlamalıyız. Bir iş başvurusunu yapıp, kabul edilmemizi beklerken sadece hayırlısı için dua edebilmeliyiz.

Görmek istemesek de bazen, bazen herşey elimizde değil. O'nun takdiriyle yaşıyoruz çünkü. Ve ona şükür ile tevekkül etmeyi bilmeliyiz. Vermedikleri için kendimizi paralamak yerine.

6 Mart 2012 Salı

Geç Bir Keşif: David Choi



    Birkaç gün önce pek meşhur Youtube güzellik gurularından Michelle Phan'ın bulunduğu ticari bir videoyu izlerken zeminde çalan iki şarkının sahibi olduğunu video sonunda öğrendiğim David Choi ile tanıştım. Ama ismi video sonunda görür görmez netten bulup nacizane arşivime kattım bu güzel ve sakin şarkılar bulunduran, pek bir romantik David Choi albümünü.
    Sanırım albümde videodaki şarkılar yoktu, zaten albüm çok yeni de değil, ama hangi şarkıyı dinlersem dinleyeyim kesinlikle çok sevdim. Hatta bu iki güzel şarkıya saatlerimi, abartıp 1-2 günümü verdim. Şu anda da bunları "Our Song" eşliğinde yazıyorum. Bu ayki bursumla bir D&R'da albüm avına çıkabilirim belki. Albüm o kadar güzel.


    Albümün ilk şarkısı "Always Hurt". Bu şarkıyı sanırım 2 gün arka arkaya en az 6-7 saat dinledim. Hiç de bıkmadım. Sözlere de eşlik ede ede dinliyordum dün bulaşık yıkarken. Öyle sevdim ki bulaşıktan bile sıkılmadım. (Bkz: ev işlerinin ölümüne sıkıcılığını bile az da olsa dindirmek için çözümler).

 

"Love, love, love, love, love
Is all you need
Is everything"
Diyor David. Daha ne desin?

Şu an aklıma nakaratı takıldı diye açtığım şarkıyla da yazım sonlansın en iyisi.



    Artık sinema ve müzik yazılarını geçtim, aylardır önerilerde bulunmuyordum. David tam zamanında geldi, çok da iyi etti. Kendimde yazı yazma isteği buldum. Sevdim seni David. Umarım bu yazıyla başka sevenlerin de olur.