29 Nisan 2014 Salı

"Kızım Var Ya, Babayım Ya Artık, Ondan..."

   Bugün üniversite hayatım boyunca en sevdiğim hocamın bir konuda danışmanlığını almak üzere Marmara Üniversitesi'ne gittim. Hocamı benim pek "bayıldığım" okul hayatımı bilenler illa duymuştur benden bir şekilde, adı Phillippe. Kendisi Fransız. Bana insanların neden sosyoloji okuduğunu varlığıyla cevaplandırmış, derslerine düzenli katılmaya heveslendirmiş, durmak bilmeyen muhabbetiyle, piyasadaki her filmi izlemesi, ders anlatırken filmlerden örnekler vermesiyle, sınıfa girip, derse başlayana kadar kulaklıklarını çıkarmadan ders aralarında müzik dinlemesiyle, çoğu açıdan kendime benzetip, "işte benim erkek ve hoca olmuş versiyonum" dememe neden olan, derin bir sevgi ve hayranlık duyduğum hocam bu adam.
    Bugün 2 saat kadar bir süre sohbet edip, okuldan beraber çıktık ve Kadıköy'e gitmek üzere bir otobüse bindik. Bilenler bilir, Göztepe kampüsüyle Kadıköy iskele arası çok uzun bir mesafe yok, ama sohbet etmek için güzel bir fazladan süre tanıyor diyebiliriz. O iki saat içinde konuşma oradan oraya atlarken otobüse binip oturduğumuzda eğitim hayatıma Romanya'da başlama nedenimle Romanya'dan ayrılma nedenimizi anlattım. "Babam vefat edince döndük" dedim. "Çok üzüldüm, ben hep bundan korkuyorum" dedi.
-Kaç yaşındaydın baban öldüğünde?
-Daha dokuz bile değildim.
-Çok küçükmüşsün bak. Benim de bir kızım var. Sekiz yaşında şu an. O dünyaya gelene kadar hiç düşünmezdim böyle şeyler, ama şimdi o var ya, ölmekten sırf onu babasız bırakırım diye korkuyorum.
-Aslında ilginç bir şey daha var, benim babamla sadece 1 tane fotoğrafım var. O da 1.yaş günümden. Hani filmlerde görürsünüz ya, sanki hiç olmamış gibi. Şimdi kaç baba-kızın o kadar az fotoğrafı vardır beraber? Bizim öyle işte. Sadece 1 tane. O da sadece bir tane var basılmış. Onu da kaybetsem hiç yokuz.
-Bir mi? Bir de bana sor. Sence kaç tane vardır kızımla fotoğrafım?
-Bence sayı veremeyeceğim kadar çoktur.
-Belki sekiz, belki de on bin kadar. Bu da normal değil. Kimse kızıyla binlerce fotoğraf çektirmiyor. Ama ben ben bir gün gidersem sanki ölmemişim gibi herşey arkamda kalsın istiyorum. Kendisini ben ölmüşüm gibi hissetmesin. Mesela bir yere gezmeye gidiyoruz, bir yerlere yemeğe çıkıyoruz, hep bir sürü fotoğraf çekiyorum. Arkalarına o gün ne yaptığımızı yazıyorum fotoğrafların. Konuşurken komik bir şey söylüyor mesela, hemen not alıyorum, o günkü fotoğraflardan birinin arkasına yazıyorum onu. Bunları bir günlüğe yerleştiriyorum. Böylece her fotoğrafı çevirdiğinde arkasında o fotoğrafın çekildiği gün olanları okuyacak. Ben ölürsem bunlar kalacak ona ve benim gittiğimi düşünmeyecek hiç. Belki bu bir takıntı, belki bu kadar çok düşünmek normal değil, ama kızım var ya artık, babayım ya, ondan...

   Bana kaç kez sordu "sence bu bir sorun değil mi?" diye. Ben psikolog falan değilim, ben babasını yıllar önce kaybetmiş bir kızım. Geçen yıllarla kayıp alışkanlık haline gelse de, bir yanım hep eksik. Bu yüzden bana göre sorun değildi. Neden olsun ki? Bir babanın kızını bu kadar sevmesi ve paylaştıkları her ana bu kadar değer vermesi, silinip gitmesin diye karelere alması, yazılar yazması neden sorun olsun? Bir baba, baba olana kadar sıradan görmüşken hayatını, sırf artık bir kızı var diye ölmekten korkmamalı mı? Korkabilir elbet. O dünyaya gelene kadar belki de hiçbir şey hayata anlam katamamışken, hayatı kaybetmekten korkacak kadar değer verdiği, kıyamadığı bir varlığa sahip oluyor. Bir de hayat görüşü, hayatın sadece burada olduğu yönündeyken, bundan korkması çok daha normal.

   Bilmiyorum, keşke böyle babalar daha çok olsa dedim. Çok sevdiğiniz bir hocanızın bir de böyle güzel bir yönünü görmeniz onu sizin gönlünüzde daha bir derinlere yerleştiriyor. Diyor ya işte, ileride kız evlat annesi olursak böyle incelikli babaları olduğunu görmek kısmet olsun. "Kızı var ya, baba ya artık, ondan..."

4 Nisan 2014 Cuma

O Kadar Olmuş Mu?

Akşamüstü annemle konuşuyoruz. Yakın zamanda girilecek sınavlar, yüksek lisans meselesi... İnşallah güzel niyetlerim var. Derken birden ondan açıldı konu.

Tam tarih hatırlamıyorum, 2007 olabilir. Yani 7 yıl kadar önce. Dersaneye ilk kez yazılıyorum. İlk YDS denememiz. Sonuçlara bakmadan "kesin 1.benim" derken listenin başında 100 sorudan 70 net civarı yapan 3 kişi gördüm kendim dahil. Biri erkek, biri kızdı rekabeti tırmandıran iki öğrenciden. Erkek olanıyla aynı sınıfta olmayacağım için çok da ilgilenmedim ama "ben ilköğretime yurtdışında başlamış insanım, bana kim rakip çıkacak?" diye düşünüp, yolun en başından beni uğraştıracağını fark ettiğim o kız öğrenciyi merak ettim.
Sınıflar yerleşti. Kimin hangi kademeye gireceği belli oldu. Çok geçmeden tanıştım onunla. Bilmem nasıl oldu ama bir gün benim sevdiğim şeyleri not aldığım ve dosyaladığım klasörümde notunu tuttuğum yabancı albümlerim arasında Muse-Black Holes and Revelations albümünü görünce "bana bunu ödünç verir misin?" dedi. O zamanlar 20 liraya aldığım ve hatta Muse albümünü hediye aldığım düşünülürse bana sorulmaması gereken sorulardan biriydi bu. Biraz tereddüt etsem de ertesi hafta getireceğime söz verdim.
Ertesi hafta albümü getirdim, geri getirmesini hatırlatmak için telefon numarası alışverişinde bulunduk. Çoğu hafta ben unuttum, çoğunda o hatırlamadı derken, o zamanlar ikimizin de Avealı ve 5000 sms paketi yapması sağolsun, bir muhabbet başladı.
Lise sonda aynı dersanede değildik, çünkü o Anadolu yakasında okuyordu ve orada bir dersaneye gidecek, yurtta kalacak ve ÖSS'ye öyle hazırlanacaktı. Ona rağmen sınava son 2 ay kalana kadar her sabah aynı saatlerde okula gittiğimizden bir saat boyunca otobüs yolculuklarını onunla bomboş şeylerden konuşarak geçirirdim. Keza akşam vakitleri de dünyayı kurtarmıyorduk ya, ne varsa, konuşacak ve üstüne mesajlaşacak bir şey hep bulunurdu.
Hani dostlar vardır ya ilk saçma "selfie"ni sırf beraber fotoğrafınız olsun diye çektiğin, işte onu da çektik beraber.

Ve daha güzel kareler de edindik.
Sonra biz doğumgünlerini bahane edip hediyeleştik, bazen sırf canımız istiyor diye hediyeleştik, bazen "hadi doğumgünü kutlamaz olduk ama yılda bir hediyeleşmemiz bozulmasın" dedik, hediyeleştik.
Ne zaman felsefe yapasım gelse ona sonu gelmeyen mesajlar attım. Watsapp'a bulaştım, sonu gelmeyen iletiler yazdım.
Bazen iki buluşmamızın arasına aylar girdi ama biz aradaki zamanda habire haberleştiğimizden konuşacak şey bulamadık. Tabi gündem bırakmış olmasak da illa bir konu uydurduk. O konuda yetenekliyiz.
Eminönü'nden vapura binip, karşıda inmeden tekrar döndüğümüz de oldu. ÖSS'ye az zaman kala Eyüp Sultan'a gittiğimiz de. Yeri geldi, sene 2008 ve lise öğrencileri değilmişiz gibi yemeğe kişi başı 15 lira verecek olmamıza "ay çok uygun" dedi. Hala o lafı ve fiyatı gördüğündeki ciddi yorumunu hatırlar gülerim. Sırasıyla My Sister's Keeper, Dark Shadows, Now You See Me ve birkaç filme daha gittik. Ben ÖSS'ye adam gibi hazırlanmazken o Boğaziçi diye kafasına taktığından beni mesajla bile "ne zaman çalışmaya başlayacaksın?" diye kontrol etti/azarladı. Sınav sonuçlarını öğrendiğimde ilk onu aradım, telefon başında mutluluktan ağlamakla meşguldük karşılıklı. Doğumgünleri kutladık, doğumgünü kutlamalarından vazgeçti diye "bugün sıradan bir günmüş gibi mi davransam" ikilemlerinde kaldık. Yine de o vazgeçse ben vazgeçmedim, hatta onun kadar sevdiğim başka bir arkadaşımı da aramıza soktum, 2010'dan bir anı edindik.


Yeri geldi Sultanahmet'te maneviyatı yoğun havalar içinde bol dua ettik geleceğimiz için. Hatta o gün namazdan kalkarken ucuna bastığım tuniğimi eninden yarısına kadar "CIIIIIIIIRRRRRRRRRTT" diye yırttım. "Günün maneviyatına tunik bile dayanmadı" diye tuhaf bir yorum getirdi. Yıllar geçti, hatırlar gülerim.
Ablasını ablam kabul ettim, en iyi dert dinleyen ve yorum getiren kişiydi şu ana kadar tanıdığım. Gelin olacağı zaman da "aman, o senin ablan, bana ne?" demeden sabahtan gelin evine gittim, nikahının sonuna kadar birkaç saati beraber geçirdik. O sabah çekilen aile fotoğraflarına bile dahil oldum, kendime o aile içinde illa bir yer edinecekmişim gibi.
Annemin bile yatılı misafir olarak kabul ettiği tek arkadaşım oldu. Bu büyük devrimi gerçekleştirmeye nail oldu.
Milyon tane de hayal kursam, bana -çok saçmalamıyorsam- hiçbir zaman "yapamazsın" demedi. Aksine, başkalarının yapamayacağımı düşündüğü konularda o genelde beni motive etti.
Ben savsaklasam, o beni itti.
Araya soğukluk girse de o ısrarla selam verdi.
Bir tartışma olsa sanki hayatlarımız yerle bir olacakmış gibi oturup uzun uzun konuştuk nedenlerini. Ama her zaman sonunda tatlıya bağladık.
Hayatımız birbirimizden ibaretmiş, dünyada birbirimiz kadar yakın gördüğümüz üçüncü tekil şahıslar yokmuş gibi hiçbir zaman davranmadık, ama birbirimizin önemini de unutmadık.
Yanlışlarımız varsa ve görüyorsak birbirimizi uyardık. O genelde daha ılımlı tutumlar içerisindeyken ben hep hot zot konuştum. Yine de kendimizce doğru olana teşvik ettik.
Beni çok üzen, çok ağlatan onlarca durumda hep ona yazdım, acımı onunla paylaştım. Bazen bir şey demesini de beklemedim, yalnız olmadığımı hissettirmesi bile yetti.
Ve işte, bu akşam annemle dediğimiz gibi, "şu hayatta yaptığım en iyi şeylerden biriydi onunla dost olabilmek". Bu benim elimde olmaktan çok, kısmet olduğundan olan bir şeydi ya, olsun. Şükürler olsun.

Bayram değil, seyran değil. Doğumgünün gelmiyor. Ama önemli bir gün olmasına da gerek yok bunları yazmak için. Burada olandan kim bilir daha ne kadar çoğu yaşanmıştır bu 7 yıla yakın zamanda.
İyi ki varsın.

2 Nisan 2014 Çarşamba

Nereye Gidiyorum?

Şaka maka 10 aydan fazla olmuş mezun olalı. Henüz sene doldurmadım belki ama arada yaptığım çeviri işleri dışında düzenli iş tecrübesi edinemedim. Uzun süre amcamın turizm ve dış ticaret işleri yapan şirketine dahil olmayı bekledim, zamanı geldi ve oldum, ama kendime verdiğim 3 haftalık sürede işyerinde bir yerim olmadığını, bana hiçbir şey katmadığını ve benim de katacak bir şeyim olmadığını fark edince kendi rutinime geri dönmeye karar verdim.
Parlayan ve sönen motivasyon durumumla bu yıl sağlığımı yoluna koyma niyetim fazlasıyla var. Önce onunla meşgul oldum. 1-2 ayın ardından aradaki zamanda okuduğum kitaplarla iyice oturttum kafamda bazı şeyleri. Şu anda iyi gidiyorum çok şükür. Hani şu çocukluktan beri tecrübe ettiğim, genlerden de güldür güldür gelen fazla kilo meselesi için küçüklüğümden beri "ben büyüyünce zayıf olacağım" derdim ya, işte o "büyüyünce" benim için bu yıl gerçekleştirilecek bir değişimi tanımlıyormuş gibi düşünüyorum. İnşallah herşey çok güzel olacak. Başlangıç tarihimi attım, dönemlere böldüm ve sonunda da bir zafer günü olacak. Bu sefer vazgeçmek yok!
Hayata dair bir sürü ilgi alanım vardı ve şu ana kadar çoğu için bir emek sarf edip, gerçekten devam etmek isteyip istemeyeceğime baktım. Bahçeşehir Üniversitesi'ndeki Sosyal Medya ve Dijital Pazarlama sertifika eğitimim bu pazar -6 Nisan- bitiyor ve bu yola koyulurken bunu söyleyeceğimi hiç düşünmemiştim ama İNANILMAZ mutluyum! Reklamcılık sektöründe çok önemli yerlere gelmiş insanlardan ders aldım ve sayelerinde bu işin %90-95'inin islâmî olmayan kesime ait olduğunu, çünkü zaten işin çok da maneviyatı yüksek bir iş olmadığını fark ettim. Bu beni sektörden iyice soğuttu.
Yapacağım diye yanıp tutuştuğum makyaj sanatçılığı ise ayrı bir hikaye... Yine tutkularımla, yaşamak istediğim hayatın arasında kaldım ve yetkinliğimi elime aldıktan sonra o konuda da kendimi çektim. Makyaj malzemelerine olan sevdam ise yavaş yavaş dizginleniyor gibi. Koca bir çekmece dolusu makyaj malzemesi edindiğime göre o alanda da dengeleri kurmaya yöneliyorum.
Şu an için en mantıklı şey sınavlarına başvurduğum ve gerçekten niyetlendiğim yüksek lisans için hazırlık yapmak. Biri bu pazar, diğeri de Mayıs ortalarına doğru olan iki sınavla lisans hayatımın aksine gerçekten seveceğim bir şeyle 2 yıl yoğrulmaya niyetliyim. Muhtemelen entellektüel birikimimi arttıracak, arkadaş sohbetlerinde "of bu da ne kültürlü kız" dedirtmeme yardımcı olacak türden bir bölüme yöneleceğim. Bakalım, hayırlısı.
Çok fazla dolu değil aslında şu an günler. Aklımda sadece eskiler, şu an olanlar ve uzun zamandır dualarımda yer eden konuda birden bir şey olacak mı gibi sorular var. Evet, herkes sevmek ve aynı şekilde sevilmek istiyor. Bu resmen hepimizin yaşam gayesi. Ortaya koymaktan çekinmenin anlamı yok. Yıllardır hissetmediğim yoğunlukta bir şeyler için ne kadar hazır olduğumu düşünsem de bazen, ne o insan çıktı karşıma henüz, ne de ben bir şeyler için kendimi tam anlamıyla ortaya koydum. Hani bir şekilde açık açık söylemek zorunda kalmadan anlamıyoruz ya durumumuzu, yeni fark ettim bir konuşma vesilesiyle, yıllar yıllar öncesinin kırgınlığı ve acıları bana derin bir güvensizlik ve savunma duygusu vermiş. Beni acıtma, üzme ihtimali olan bir duruma kendimi sokma düşüncesine bile tahammülüm yok. Bu yüzden arkadaşlıklarım hep sınırlı, konu beyler olunca. Bu durumdan memnunum aslında hiçbir zaman aksi fıtratta olmadım çocukluğumdan beri, ama hala hiçbir ânı için pişman olmadığım ama bana olumlu yönde çok da getirisi olmayan, yıllar öncesinde kalan duygularımın bir yerlere güzel şekilde bağlanmadığını görünce iyice korkmuşum bir şekilde. Elimde değil resmen, rahatlayamıyorum, herşey çok sıradanmış gibi davranamıyorum.
Açık bir günlük gibi oldu ama yazmayı özledim. Bunu okuyana derdimi ve son zamanları anlatmış gibi hissedeceğim ya kendimi, yazmanın o güzel yönünü özledim. Ve "Nereye Gidiyorum?" bunu düşünüyorum. Nereye gidiyor şu an hayat, ya da bir yere gidiyor mu, yakında bir rotaya yönelme, bir yola koyulma ihtimali var mı, bunları düşünüyorum.
Mesela gün gelecek de kendimi bir uçakta, Fransa ya da Amerika'ya giderken görecek miyim, ya da sonu gelmeyen ilhamla yazdığım ilk romanımın son cümlesini tamamlıyor olacak mıyım, veya o gün arkadaşımı görmeye Boğaziçi üniversitesine gitmişken anlık bir olayla aklıma giren senaryo fikrini artık somutlaştırmış olabilecek miyim, veya sadece evden yaptığı tercümelerle hayatından memnun bir ev hanımı ya da anne haline mi geleceğim, şu bayıla bayıla izlediğim filmlerde artık bana eşlik edecek birileri olacak mı, bunları düşünüyorum.
Özlemek istemediğimi özlüyorum, özlediklerimi yanımda görmek istiyorum. Çoktan gitmiş olanların arkasından dua ediyorum. Yaradana layık, hoşgördüklerinden olmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Kusurlarımı biraz daha azaltmaya, doğruları biraz daha parlatmaya çalışıyorum. Yine de diyorum ya, tam olarak emin değilim, nereye gidiyorum?