4 Nisan 2014 Cuma

O Kadar Olmuş Mu?

Akşamüstü annemle konuşuyoruz. Yakın zamanda girilecek sınavlar, yüksek lisans meselesi... İnşallah güzel niyetlerim var. Derken birden ondan açıldı konu.

Tam tarih hatırlamıyorum, 2007 olabilir. Yani 7 yıl kadar önce. Dersaneye ilk kez yazılıyorum. İlk YDS denememiz. Sonuçlara bakmadan "kesin 1.benim" derken listenin başında 100 sorudan 70 net civarı yapan 3 kişi gördüm kendim dahil. Biri erkek, biri kızdı rekabeti tırmandıran iki öğrenciden. Erkek olanıyla aynı sınıfta olmayacağım için çok da ilgilenmedim ama "ben ilköğretime yurtdışında başlamış insanım, bana kim rakip çıkacak?" diye düşünüp, yolun en başından beni uğraştıracağını fark ettiğim o kız öğrenciyi merak ettim.
Sınıflar yerleşti. Kimin hangi kademeye gireceği belli oldu. Çok geçmeden tanıştım onunla. Bilmem nasıl oldu ama bir gün benim sevdiğim şeyleri not aldığım ve dosyaladığım klasörümde notunu tuttuğum yabancı albümlerim arasında Muse-Black Holes and Revelations albümünü görünce "bana bunu ödünç verir misin?" dedi. O zamanlar 20 liraya aldığım ve hatta Muse albümünü hediye aldığım düşünülürse bana sorulmaması gereken sorulardan biriydi bu. Biraz tereddüt etsem de ertesi hafta getireceğime söz verdim.
Ertesi hafta albümü getirdim, geri getirmesini hatırlatmak için telefon numarası alışverişinde bulunduk. Çoğu hafta ben unuttum, çoğunda o hatırlamadı derken, o zamanlar ikimizin de Avealı ve 5000 sms paketi yapması sağolsun, bir muhabbet başladı.
Lise sonda aynı dersanede değildik, çünkü o Anadolu yakasında okuyordu ve orada bir dersaneye gidecek, yurtta kalacak ve ÖSS'ye öyle hazırlanacaktı. Ona rağmen sınava son 2 ay kalana kadar her sabah aynı saatlerde okula gittiğimizden bir saat boyunca otobüs yolculuklarını onunla bomboş şeylerden konuşarak geçirirdim. Keza akşam vakitleri de dünyayı kurtarmıyorduk ya, ne varsa, konuşacak ve üstüne mesajlaşacak bir şey hep bulunurdu.
Hani dostlar vardır ya ilk saçma "selfie"ni sırf beraber fotoğrafınız olsun diye çektiğin, işte onu da çektik beraber.

Ve daha güzel kareler de edindik.
Sonra biz doğumgünlerini bahane edip hediyeleştik, bazen sırf canımız istiyor diye hediyeleştik, bazen "hadi doğumgünü kutlamaz olduk ama yılda bir hediyeleşmemiz bozulmasın" dedik, hediyeleştik.
Ne zaman felsefe yapasım gelse ona sonu gelmeyen mesajlar attım. Watsapp'a bulaştım, sonu gelmeyen iletiler yazdım.
Bazen iki buluşmamızın arasına aylar girdi ama biz aradaki zamanda habire haberleştiğimizden konuşacak şey bulamadık. Tabi gündem bırakmış olmasak da illa bir konu uydurduk. O konuda yetenekliyiz.
Eminönü'nden vapura binip, karşıda inmeden tekrar döndüğümüz de oldu. ÖSS'ye az zaman kala Eyüp Sultan'a gittiğimiz de. Yeri geldi, sene 2008 ve lise öğrencileri değilmişiz gibi yemeğe kişi başı 15 lira verecek olmamıza "ay çok uygun" dedi. Hala o lafı ve fiyatı gördüğündeki ciddi yorumunu hatırlar gülerim. Sırasıyla My Sister's Keeper, Dark Shadows, Now You See Me ve birkaç filme daha gittik. Ben ÖSS'ye adam gibi hazırlanmazken o Boğaziçi diye kafasına taktığından beni mesajla bile "ne zaman çalışmaya başlayacaksın?" diye kontrol etti/azarladı. Sınav sonuçlarını öğrendiğimde ilk onu aradım, telefon başında mutluluktan ağlamakla meşguldük karşılıklı. Doğumgünleri kutladık, doğumgünü kutlamalarından vazgeçti diye "bugün sıradan bir günmüş gibi mi davransam" ikilemlerinde kaldık. Yine de o vazgeçse ben vazgeçmedim, hatta onun kadar sevdiğim başka bir arkadaşımı da aramıza soktum, 2010'dan bir anı edindik.


Yeri geldi Sultanahmet'te maneviyatı yoğun havalar içinde bol dua ettik geleceğimiz için. Hatta o gün namazdan kalkarken ucuna bastığım tuniğimi eninden yarısına kadar "CIIIIIIIIRRRRRRRRRTT" diye yırttım. "Günün maneviyatına tunik bile dayanmadı" diye tuhaf bir yorum getirdi. Yıllar geçti, hatırlar gülerim.
Ablasını ablam kabul ettim, en iyi dert dinleyen ve yorum getiren kişiydi şu ana kadar tanıdığım. Gelin olacağı zaman da "aman, o senin ablan, bana ne?" demeden sabahtan gelin evine gittim, nikahının sonuna kadar birkaç saati beraber geçirdik. O sabah çekilen aile fotoğraflarına bile dahil oldum, kendime o aile içinde illa bir yer edinecekmişim gibi.
Annemin bile yatılı misafir olarak kabul ettiği tek arkadaşım oldu. Bu büyük devrimi gerçekleştirmeye nail oldu.
Milyon tane de hayal kursam, bana -çok saçmalamıyorsam- hiçbir zaman "yapamazsın" demedi. Aksine, başkalarının yapamayacağımı düşündüğü konularda o genelde beni motive etti.
Ben savsaklasam, o beni itti.
Araya soğukluk girse de o ısrarla selam verdi.
Bir tartışma olsa sanki hayatlarımız yerle bir olacakmış gibi oturup uzun uzun konuştuk nedenlerini. Ama her zaman sonunda tatlıya bağladık.
Hayatımız birbirimizden ibaretmiş, dünyada birbirimiz kadar yakın gördüğümüz üçüncü tekil şahıslar yokmuş gibi hiçbir zaman davranmadık, ama birbirimizin önemini de unutmadık.
Yanlışlarımız varsa ve görüyorsak birbirimizi uyardık. O genelde daha ılımlı tutumlar içerisindeyken ben hep hot zot konuştum. Yine de kendimizce doğru olana teşvik ettik.
Beni çok üzen, çok ağlatan onlarca durumda hep ona yazdım, acımı onunla paylaştım. Bazen bir şey demesini de beklemedim, yalnız olmadığımı hissettirmesi bile yetti.
Ve işte, bu akşam annemle dediğimiz gibi, "şu hayatta yaptığım en iyi şeylerden biriydi onunla dost olabilmek". Bu benim elimde olmaktan çok, kısmet olduğundan olan bir şeydi ya, olsun. Şükürler olsun.

Bayram değil, seyran değil. Doğumgünün gelmiyor. Ama önemli bir gün olmasına da gerek yok bunları yazmak için. Burada olandan kim bilir daha ne kadar çoğu yaşanmıştır bu 7 yıla yakın zamanda.
İyi ki varsın.

Hiç yorum yok: