10 Aralık 2013 Salı

Sanat, Güzellik Yaratmak İçin Mi, Adı Havalı Olduğu İçin Mi?



Yani bu zamanda ancak bu soru. Hani lisedeki "sanat sanat için mi, insan için mi?" sorusunun çağımıza uyarlanmış hali.
Aslında size bu konudaki fikirlerimi aktarma amacım yok bu yazıda. Daha büyük bir derdim var, o da bana bu soruyu sorduran ve verilmesi gereken cevabı çokça savunan "Local Color" adlı filmi size tanıtmak.
Bu film ne bir Batman, ne Açlık Oyunları, ne Forrest Gump, ne bir Piyanist, hiçbiri değil. Hiçbiri kadar "mainstream" olmadı ve vizyona giriş tarihi, konusu ve şöhreti bakımından hiçbir zaman olmayacak da (muhtemelen). Ben de bir gün indirecek film ararken karşılaştım kendisiyle IMDB'de ve çok da izleyeceğime ihtimal vermeden bilgisayarımda bulundurduğum filmler arasına katmak için ilk adımı attım.
Filmde John adındaki genç, resim sanatına duyduğu ilgiden dolayı ailesinden hiç destek görmemesine rağmen sanat okulunda okumak istiyor. Zamanının sanat anlayışı kendisine uymayınca nasıl olduğunu hatırlamadığım bir şekilde tablolarını beğendiği bir ressama yakın oturduğunu öğrenince insanların saçma sapanlaşmış sanat anlayışına isyan ederek yıllardır resim yapmaktan kaçan ressama gidip, kendisini eğitmesini istediğini söylüyor. Adı Nikoli. Adam inatçı, çekilmez, dik kafalı ayyaşın teki. Fakat tabloları da bir o kadar güzel. Ağzı inanılmaz bozuk, tek başına yaşayan bir ihtiyar. Bu tip hikayelerde çok da karşılaşılmayacak tipten bir karakter değil yani. Ama bekleyeceğiniz üzere bu genci eğitmeyi kabul ediyor ve kır evine kısa bir süreliğine gitmeye karar verdiğinde genci de evine davet ediyor. Şimdi aklınıza muhtemelen "adam sapığın teki mi çıktı?" gibi sorular geliyordur ama öyle bir şey yok, merak etmeyin. Zaten öyle bir filmin de benim blogumda ne işi olur, değil mi?
Nikoli'nin kır evinin civarında yaşayan, modern sanatla uğraşan arkadaşı, Nikoli'ye bir gün yöredeki bir sanat yarışmasında jürilik yapma teklifi getiriyor. İşte o yarışma, konu özellikle de resim olunca sanat anlayışımı birebir yansıttığı için beni kırıp geçiren sahneleri yaratmış. Allahtan bir akıllı da bunun videosunu Youtube'a yüklemiş, ve bu yazıyı yazmamı anlamlı kılmış.


İngilizceniz videoyu tamamen anlamaya yeterliyse bu videoyu izlemeden yazının devamını okumayın, zaten çok da önemli şeyler yazmayacağım artık. Fakat adamın yarışmada gördüğü adayların getirdiği deli saçması şeyler yüzünden kafayı yemesi ve "bir gün gidip modern sanat müzesinde bir kova sidiğin bir sanat eseri olarak gösterildiğini görsem hiç şaşırmam" deyişi "BU SENARYOYU YAZANIN AKLINI SEVEYİM, ALNINDAN ÖPEYİM" dedirtmişti bana. Bu filmi izlemeyi bitirdiğim anda bu videonun linkini "favorite"lere kaydetmiş ve bu yazıyı yazmaya karar vermiştim ama aylar geçti, ancak kısmet oluyor.

Eminim bu zamanda saçma sapan şeylere sırf adı güzel diye "artistik değeri var" denmesine rağmen "bunun neresi sanat, neresi "artistik"? Beş yaşındaki kardeşimin eline verin pastel boya ve boş bir kağıt, bundan iyisini yapar" diyecek binler, hatta milyonlarca insan var. Ama bir yandan da özellikle filmin konu aldığı resim sanatında değerli olmanın içi o kadar boşalıyor ki, birileri bundan yedi yıl önce yaptığı bir filmde bir de bu kadar iyi bir oyuncu ile bunu betimlemişken hatırlamamak, fark etmemek, ve hatta beynimize kazımamak elde değil.

Ve zaten, düşünsenize, resme dair tek yaptığı şey çok güzel "replika"lar yapmak olan, benim gibi çok da bilgisiz birinde bile bir farkındalık uyandırıyorsa, bu soruyu sizin de kendi kendinize sormanız çok da zor olmayacaktır bu filmden sonra.
Bazen diyorum işte, saçma sapan ve içi tamamen boş, bize hiçbir şey katmayacak filmler yerine böylelerini izlesek. Ha bu bir şey kattı mı, bilemem, ama bir Alacakaranlık, Açlık Oyunları ya da World War Z'den bin kat anlamlı olduğu da kesin. En azından başlıktaki soruyu sordurdu bana, "Sanat, Güzellik Yaratmak İçin Mi, Adı Havalı Olduğu İçin Mi?"

Hiç yorum yok: